alp kamber

28 Aralık 2010 Salı

Sancılı bir hiçlikle başlayacak herşey.!


İdrak etmekte çektiğin zorluğa, aklını uyuşturan, ''var olmanın'' korkunç boşluğu eklenecek. Hissizliğin hüküm sürdüğü ve hissedemediğin baharlar gelip geçerken mevsimler içinden sen, aynada gördüğün sureti tanımayacak kadar kendini kaybetmiş, gördüğün silüet karşısında irkilme güdünü yitirecek kadar yokluğa bulanmış olacaksın.


Resimler, tanımsız  yüzler, özlediğin ve nefret ettiğin sesler, aşikar olduğun hüzün ve tüm bunların tam ortasın da,tek kelimenin içine sığdırılmış iki hece ''Hayat''..

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Siradan bir yazi


Nicedir küskün sözcüklerim bana. Nazlı ve ürkek kalemim. Suratını asıp duruyor kağıtlarım ne zaman ''seni' yazmaya kalkışsam. Uzaklaştıkça yakınlaşıyor, göremedikçe daha çok bağlanıyorum sana..!

''Ah''larla ''keşke''lerin sisli labirentinde yönümü arıyorum bir çare...

Sana dair herşey buğulandırıyor göz bebeklerimi... Sürgün çağını yaşıyorum aşk ın... Sürünüyorum inan..!

Gelmeyeceğini bildiğim bir telefonu, her çaldığında aynı heyecanla açıyorum hala. Kurtulmak için gösterdiğim onca çaba boşuna. Öyle içimdesin ki..!

Ne anlatabiliyorum ne yazabiliyorum sadece hissediyorum varlığını ve yokluğunu.. Sana duyduğum sonsuz kini ve öfkeyi alıp götürüyor o kahrolası tesadüfler. Özlüyorum içten içe.. Tenine, sesine, nefesine değmek istiyor tüm benliğim....

Katıldığım bir toplantıda ismin konuyor büyük bir dosya içinde önüme, kredi kartı başvurusu yaptığım bankanın yetkilisi arıyor, ''merhaba, ben ''....''. Başvurunuz onaylanmıştır.' diyor. Soluklanıp, bir bardak çay içmek için girdiğim cafe de senin şarkın çalıyor, eski bir arkadaşım numarasını veriyor sonu seninkiler, bir kızla tanışıyorum, atıştırmaya gittiğimiz fast food da senin en sevdiğin keki istiyor benden..

Ne bu yahu?.. Sanada oluyor mu.? Yapışıyor mu söküp atamadığın bir sancı durup dururken...

Aklımdayken, sakın izleme dediğin bir film vardı. Hatırlarsın. Onu izledim geçenlerde. Kendimde değilim izledim izleyeli...!!

Ağladım. Öyle bir iki küçük damla ile de kalmadı üstelik, hıçkıra hıçkıra salya sümük ağladım.. Erkekliğe feci bok sürdük anlayacağın...

Bugün dergiden aradılar. Çok iyi bir ücret karşılığında sevgililer gününe özel bir yazı yazmamı rica ettiler.

Bende tuttum sana yazdım yine..!

Sevgililer gününün saçmalığından girdim önce. Kafamı, sinirimi bozan ne varsa anlattım sana. ''Mutlu musun'' dedim. Özleminin içimi nasıl kemirdiğini haykırdım süslü cümlelerle. Seni son gördüğüm gün ki gülümsemenin gerçekliğini sorguladım. Kaç vücutta seni aradığımı ve sensizken kaç vücuda yazık ettiğimide ekledim pişkin pişkin. Tüm bu olanların suçlusunun ben olduğumu, kendimden sonra sanada itiraf ettim. Sensizliğin varlığımda açtığı derin yarada bir yolculuğa çıkardım seni. ''Tenin tenime değmeyecek mi?, o aptal parçayı mırıldanmayacakmısın bir daha.''dedim.

Epeyce kalabalık bir yazı oldu. Okudumda uzun uzun ve dikkatli. Yazımı sonlandıracak ölümcül cümleyi ararken, kulağıma uzaklardan bir şarkı bulaştı..  Sonra dilime.. Sonra yüreğime..

Kulağımda şarkı, dilimde sen, sen yüreğimde, yüreğim sende..! Daha ölümcül olamazdı sanırım..  Sevgi dolu nice günlere güzelim..

Boşluk ve Hissizlik

Boşluk ve hissizlik tam anlamıyla yaşadığım, onu boylu boyunca, onca kablo ve makinaya bağlı gördüm göreli.

Camaken bir parmaklığın ardından bakmama müsade ediyorlar sadece. İçeri girip çıkan hemşireler, doktorlar, hasta bakıcılar, hepsi aynı cümleyi ezberlemiş '' Allahtan ümit kesilmez'' diyorlar.

Bu kadar kötü olabilecek ne var diyorum doktora. Başlıyor anlatmaya. Meğer  felç geçirmiş bizim dede.Yakın zaman da anjio olmuştu.. Kalp ameliyatı olması gerektiğini ancak masadan kalkamayacağını söylüyor. Beyninde ki bilmem ne damarlarında da tıkanıklık tespit etmişler şimdide.

Doktor anlatıyor ben dinlemiyorum.

Anlamsız anlamsız kafa sallıyorum sadece. İçimden anlayacağım dilde konuş be kardeşim diye avaz avaz bağırmak geliyor. Susuyorum.

Koridor da yürüyorum bi sağa bi sola.. Eskiden her koridorun başında ve sonundaki duvarlara asılan, şu meşhur  hemşire resmini arıyorum. Garip, kaldırmışlar artık yok. Biraz önümde oturan iki teyze var, dostlar başına susmak bilmiyorlar.

Ne yapabilirim ki başka mal mal dolanıyorum işte. Herşey bir an önce olsun bitsin, hastaneden mutlu mesut ayrılayım istiyorum. Ama ne mümkün yelkovan olduğu yere çivi çakmış sanki. İlerlemiyor, ilerlememek için inat ediyor eşşoğlusu..

Zaman zaman içeri girmeme izin veriyorlar. Odaya adım atar atmaz soluduğunuz hava değişiyor. Sert bir tat hissediyorsunuz damaklarınızda, genzinizde bir yanma filan.

Böyle Tuzlu gibi..!!

Spot ışıklar, kablolar, makinalar, dıt dıt dıt öten her ne boka yaradığını bir türlü anlayamadığım alet.

Bilinci kapalı, gözleri kısık. O küçücük aralıktan bana bakıyor sanki. Gözlerimi kaçırıyorum her seferinde. Ama acaba gerçekten bana mı bakıyor diye gözünün içine içine bakıyorum sonrasında.

Hayat sıfırlanıyor işte o anda. Hatırınız da olmayan onlarca şey hatırınıza düşüveriyor.

İlk hissedilen pişmanlık oluyor.Yapmadıklarımın pişmanlığı.. Her birini dakika dakika hatırlayıveriyorsun. Tek bir olay bile atlamadan üstelik.

Ne eşşek adamım ben diyorum kendime.. Eşşek az kalır eşşoğlu eşşek.!!.

Neredeyse dört senedir hiç bir bayram da yanında olmadığım,elini öpüp gönlünü almadığım,sık sık ziyaretine gidip halini hatrını sormadığım için.

Öyle bayram merasimlerini sevmediğin için gitmedin diyor içim.! Konuşuyor işte boş beleş kendi kendine.

İnsan kaybetmeye yakınken anlıyor, varlıkla yokluğun arasında ki farkı.. Böyle var da bir o kadar da yok gibi her şey. Canlı ama cansız gibi.

Her an yeni hatıralarla savaşmaya başlıyorsun. Biri bitiyor diğeri başlıyor. Diğeri bitiyor öteki. Ötekinin öteki..

Çocukluğunuzdan bugününüze, bastonundan fötürüne, sakalının renginden, çorbayı nasıl içtiğine, verdiği nasihatlerden, sizi gördüğündeki gülümsemesine. Her biri teker teker gelip oturuveriyor karşınıza.

En çok ta onunla geçirdiğiniz mutlu anlar yakıyor canınızı. Dedim ya her birini dakika dakika hatırlıyorsunuz işte. Hangi birini yazayım şimdi size.

Bu hislerle başa çıkmak çok zor.

Alt kata iniyorum sigara içmek için sürekli.

Öyle, hastane bahçesindeki ağaçları izliyorum. Meğer cemre düşmüş bahar gelmiş memlekete. Bir kaç çicek açmış, basmamak için özen gösteriyorum. Güneş yüzünü gösteriyor hafiften. Kuşlar ötmeye, karga bokunu yemeye başlıyor. Az ötemde üç beş kişi bir araya gelmiş maç muhabeti yapıyor, sonra sıkılıp siyasete geçiyorlar. Öte tarafta hastane görevlileri hazırlanan kahvaltılıkları teslim alıyorlar hastalara sunmak üzere. Yani hayat herşeye rağmen son hızıyla devam ediyor.

Ama,

İnsan kaybetmeye yakınken anlıyor, varlıkla yokluğun arasında ki farkı.. Böyle var da bir o kadar da yok gibi her şey. Canlı ama cansız gibi.

Umut etmek



.
Uzun hastane gecelerinde hayat ve  anlamı üzerine çok kafa patlattım. Hastane bahçesindeki ağaçların rüzgarla dans edişlerini izledim mesela, güneşin gülümseyişine sahit oldum bi çok sabah. Boklarını yiyen kargaları, baharı müjdeleyen papatyaları gördüm. Hasta ve yakınlarının umutsuz yüzlerindeki umutlu bekleyişin bizzat tanığı oldum.
Umut ettim bende umutsuzluk tüm benliğimi kaplamışken. 

Tevazusu olmayan, pegonya yeşili duvarlara çalınmış anıları seyre daldım. Hikayeler dinledim, bazen de bekleme salonundakilerin horlama seslerini işledim aklıma örgü örgü uykusuz gecelerde..
Düşündüm varlıkla yokluk arasındaki ince farkı.
Buldum da sanırım kıyısından köşesinden.
Meğer çözmeye çalıştığımız yaşam karmaşası ''nefes alış verişin saniyelik ritüelinden ibaretmiş. Meğer hayat ve anlamı üzerine yazılan, çizilen, öğretilen, anlatılan her şey acayip faso fisoymuş. Bomboşmuş.!!
............................................................................................................................................
Geçen hafta tam da bu kavramların anlamsızlıkları arasında boğulmuşken kaybettim büyükbabamı.
Kısmet. Yapacak bir şey yok.!
İnsan en çok ta yapacak bir şeyi olamamasına kahroluyor sanırım.
Derin ve puslu bir kuytuda yapayalnız hissediyor kendini.
Çok  yalnızım.!!
Kendimi yalnız hissediyorum, ki bu yalnızlıktan da kötü bir şey..
Gerçi yabancısı  sayılmam bu bir başınalık hissinin, lakin bu seferki bi başka.
Dostların gerekliliği en fazla böyle durumlar çıkıyor ortaya. İçine düştüğün ıssızlıktan çekip alıyor seni ya da daha çok itiyor sessiz ve sakin sulara yaptığın dost seçimleri. Bizim seçimlere hile karışmış..!!
Olsun insan öğrenmeli her şeyi.! En büyük öğrenimi  ölümle yaşıyoruz buda bir gerçek. Var olduğumuz boyuttan, var olacağımız boyuta geçiş. Yani yeni bir yerde yeni bir yaradılış biçimi. Hem; Her bitişin bir başlangıç olma farkındalığı en çok ta ölüme yakışıyor mu?.
Ama olguyu algılamada yaşanan zorluk ve ölüm kelimesinin altında ki korkunç yok olma insanı sisli bir gerçeklik içinde halüsinasyonlara  sürüklüyor. Gelecek çekiliyor, geçmiş dumanlar içinde aklını uyuşturuyor.. Kafanda patlayan anlamsız resimler, duymaya alışık olmadığın sesler bir bir çınlıyor kulaklarında
.......................................................................................................................
Kısa sürede çok üzüldüm.!! Çok acıdı canım, acımasından olsa gerek hala idrak edemedi olanları aklım.!
''Hayat'' işte!!. İmgeler dışına çıkmıyor malesef.
Kurgusal döngü her an her birimiz için tabakhaneye bok yetiştirme telaşında, koşmaya devam ediyor. Aslına bakarsanız benim için hiç bir şeyin devam ettiği yok şu sıralar. Kendimi sık sık anlamsızlıklar içinde buluyor, parçalı bulutlu duygular içinde yoğruluyorum. Her geçen gün başka taraflarımı keşfe çıkıyor, bunca olan bitene mantıklı bir açıklama getirmeye çalışıyorum.
Ne yapayım.!!
Geceleri uyuyamadığım için gün aydınlanmaya yüz tutarken dışarı çıkıyor, Sabah ezanını dinliyorum sahil kenarında, bizim hocalar da pek bir kötü okuyorlar be kardeşim. Ezan boyunca uyumamın yegane yardımcısı alkolden iki metre uzaklaşıyorum. Koşuya çıkmış insanlar serseri olmadığımı sezmiş, içime içime tebessüm ediyor, selamsız asla geçmiyorlar. Çöpçüler telkinde bulunuyorlar şişeleri etrafa atmamam konusunda, yaşları on u geçmeyen üç beş çocuk geliyor ''Sen iç, şişeleri at, at ki bizde ekmek parası kazanalım'' diyorlar.
Devriye gezen iki polis yanıma yaklaşıyor sessizce, kısa bir kimlik kontrölünün ardından tatlı bir sohbete başlıyoruz. Şark görevlerindeki kahramanlıklarını dinliyorum. Memleket meselelerine eğiliyoruz falan filan işte.
Şehre sabah doğuyor bense uyuyabilmek için ne kadar daha alkol almam gerektiğini hesaplıyorum. Öyle alkolik falan da değilim hani. Bu aralar böyle.
Bu aralar benliğim parçalara bölünmenin şaşkınlığında. 
Geçer.!
 Her şey geçiyor, mühim olan başımıza gelenlerden aldığımız dersler değil miydi.?
Aldık işte bizde bir şeyler. Şimdi aldıklarımızı yaşamanın zamanı
Tecrübe denen zırvalığın içini doldurma, kendini avutma baharı.!!
Yapacak başka bir şey var mı.?